GEYİKSTAR
  Tarih 2
 
SANAYİ İNKİLABI XVIII.Yüzyılın sonunda serbest güçlerin ilk kentsel sanayi toplumunu yarattığı İngiltere’de XIX.yüzyılın ilk 70 yılında eşine rastlanmamış bir ekonomik gelişme görüldü.Geniş ticari yayılmaya Fabrika üretim sisteminin büyük ölçüde uygulanmasına ve buharlı makinelerin gittikçe artan üretim süreçlerine kullanılmasına dayanan sanayileşmedeki gelişmenin ardından nüfus büyümesi kentsel kalkınma baş gösterdi.Demir yollarının ve buharlı gemilerin kullanımı ile birlikte buharın gücü ulaşıma da uygulanmaya başlandı.Kent yaşamı.İngiltere’de pek çok toplumsal siyasal kurumun baş göstermesine yol açtı. Sanayi devrimi Avrupa’ya ve Birleşik devletlere sıçradıktan sonra kurumlar başka ülkelerde de standartlaştı. İNGİLİZ ÖNCÜLÜĞÜ: 1800 ile 1870 arasında İngiltere’de görülen ekonomik ilerleme XVIII.yüzyıl sonlarının hızlı gelişmesini bile aştı.Üretimde dev artışlar görülüyordu.Pik demir üretimi 60,kömür üretimi 10 katına ulaşmıştı.Toplam ticaretteki artışta aynı miktardaydı.İngiltere makineleşmesi ve fabrikalar yoluyla üstünlüğünü diğer ülkelere kabul ettirmiştir.İngiltere dünya üretiminin çok büyük bir yüzdesini elinde tutuyordu.1825’de STOCKTON ve DARLİNGTON demiryollarının açılması ile demiryollarının genişlemesi hammaddenin daha uzağa daha hızlı ve ucuz götürülmesini sağladı. Diğer bir yandanda bankacılık işlemlerindede artık demiryolları kullanlıyordu. MALİ ÖRGÜTLENME: Sanayileşme sürecinin artmasıyla birlikte taşra şirketlerinin yerlerini yavaş yavaş büyük anonim şirketler alıyordu. İngiltere Bankası tüm bankaların garantörü durumundaydı. Ticaretin büyümesi borsanında büyümesi demekti.1870 yılında İngiltere dünyanın ticaret merkezi ve mali kaynak merkeziydi.Zenginlerin sayısı hızla arttı. NÜFUS BÜYÜMESİ: Bütün Avrupa’da ekonominin ve sanayi nin hızla gelişip büyümesi nüfus büyümesini de beraberinde getirdi.1805 ile 1851 yılları arsında nüfusu 2 katına çıkan İngiltere’de artış en fazla hissediliyordu.Yarısından fazlası kentlerde oturan İngiltere artık bir tarım ülkesi değildi.Bunun için İngiltere birçok kurum ve kuruluş ile nüfus planlamasına gitti. Fabrika yasası kadınların ve 13 yaşından küçük çocukların bile çalışma zorunluluğu yasasını getiriyordu.Düşük çalışma ücretleri ile çok ağır koşullarda çalıştırılan işçiler vardı.Bunlar adeta bir iş kölesi durumunda idiler.Avrupalılar bu insanları kullanıyorlardı ve sanayi devrimin en kötü yanı 13 yaşından küçük çocukların bile kölelik yapmasıdır. Yüzyılın sonlarına doğru Fransa,Almanya ve birleşik devletler aradaki büyük farkları kaldırıp İngiltere ile rekabet edecek duruma gelmeye çalıştılar. POLİTİK REFORMLAR: Batı Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde görülen başkaldırılar,benzer nedenlerden dolayı kaynaklanmaktaydı.Sanayi devrimi,geleneksel yaşantı biçimlerini değiştirmiş ve yeni bir kent proletaryası ile politik güç kazanmaya çalışan geniş bir burjuva sınıfı ortaya çıkmıştı.1815 Viyana antlaşmasıyla Napolyon’un ellerinden aldığı tahtlarına yeniden krallar,ekonomik ve toplumsal tedirginliği arttırıyordu.Politik reform isteyen aydınlar saldırılarını bu krallara yönelttiler.Sanayi devrimi Avrupa’nın hepsinde tamamlanmış ama kentlere taşınan halk açlık ve sefalet içerisinde köle gibi çalıştırılıp ölmüşlerdi.Bu topluluklar 2.büyük isyanlarını 1848 krizinde verdiler ama binlerce kişi daha çok aç ve işsiz kaldı. Bu sırada Avrupa’da kolera salgınının çıkması psikolojik olarak halkta devletlerine karşı bir kızgınlık ve panik hızla yayıldı. OKYANUSYA’DA SÖMÜRGECİLİK HAREKETLERİ: HİNT ADALARI VE AVUSTURALYA: Bu sırada,güneydoğuda Portekiz gücü zayıfladı ve 1602’de kurumuş olan doğu hindistan şirketi Malezya’daki korsanları temizleyerek karlı baharat işinin tek şirketi haline geldi. Altın ve Elmas yatakları olan Bornco’da Hollanda iktidarı pekte sağlam değildi.Büyük okyanusta önemli keşifler yapıldı.1787’de Avustralya’yı tamamen sömürgelerştiren İngiltere önceleri ceza sömürgesi olarak ve daha sonra hayvanlarını yetiştirmek amacıyla Kullanmıştır.0raadaki yerli halkın orta çağdan kalan sopa,taş,mızrak gibi silahları ateşli silahlar karşısında hiç etkili olamıyordu.Bunun sonucu tazmanya yerli halkı ortadan siliyordu. Oradaki halk altın zenginliğinden 5 kuruş pay alamadan ölüyordu yağma ediliyordu. EMPERYALİZM: XIX. YÜZYIL BRİTANYA’NIN YÜKSELİŞİ: XVII.Yüzyılda ve XIX.Yüzyılda eski İspanya,Portekiz ve Hollanda İmparatorlukları gerilemeye başladılar.Bir dizi ayaklanma İspanya ve diğerlerini sömürgelerinden kopardı.Bu ülkelerin sömürgelerini alan Britanya büyük sömürgelere ve ayrıca Afrika ve Asya’da birçok adacık ve yere sahip olunca Avrupa’nın en güçlü deniz devleti olarak ortaya çıktı. 1800 yılında: DÜNYANIN %55 ‘i... 1878 yılında: DÜNYANIN %67 ‘si... 1914 yılında: DÜNYANIN %84 ‘ü Avrupalı devletlerin sömürgesi altına girdi. 1914’TE SÖMÜRGELERİN YÜZÖLÇÜMÜ: İNGİLTERE: 32.0 MİLYON KM VE 391 MİLYON NÜFUS FRANSA: 10.5 MİLYON KM VE 62.3 MİLYON NÜFUS ALMANYA: 3.2 MİLYON KM VE 13 MİLYON NÜFUS BELÇİKA: 2.5 MİLYON KM VE 15 MİLYON NÜFUS PORTEKİZ: 2.2 MİLYON KM VE 10 MİLYON NÜFUS HOLLANDA: 1.9 MİLYON KM VE 37.4 MİLYON NÜFUS İTALYA: 1.5 MİLYON KM VE 1.3 MİLYON NÜFUS Şeklin de Avrupalı devletlerde sömürge edinme politikası devam ediyordu.Bu sömürgeciliğin sonucu Amerika Birleşik devletlerinin Bölünmesiyle başlayıp Lincoln’ün hali gözden geçirme kararı almasından sonra A.B.D ‘de çıkan iç savaş ile son derece önemli bir hal alımıştı.Çiftçilikle uğraşan Amerikan toplumu iç savaş sonunda dünyanın en büyük ve en zengin milleti durumuna gelmişti. Atatürk İnkılâplarının Amaçları -------------------------------------------------------------------------------- 1. Türkiye’yi muâsır medeniyet seviyesinin üzerine çıkartmak 2. Modern Avrupa devletleri ile Türkiye’yi bütünleştirmek 3. Osmanlı Devleti’nden kalmış ve halkın ihtiyaçlarına cevap vermeyen müesseselerin yerine çağdaş müesseseler kurmak 4. Türkiye’de milli egemenlik ilkesini yerleştirmek şeklinde sıralanabilir. Saltanatın Kaldırılması (1 Kasım 1922) Saltanatın kaldırılmasıyla; • TBMM, Abdülmecid Efendi’yi halife seçerek, halifeliğin devam ettirilmesini sağlamıştır. • Milli egemenliğin gerçekleşmesi yolunda önemli bir adım atılmıştır. • Saltanatın kaldırılmasıyla devletin lâikliği konusunda ilk aşama gerçekleştirilmiştir. • İtilâf Devletleri’nin Lozan Konferansı’nda ikilik çıkarma planları sonuçsuz kalmıştır. Cumhuriyetin İlânı 29 Ekim 1923'te TBMM anayasa değişikliğini kabul ederek yeni Türk Devleti’nin bir Cumhuriyet olduğunu onayladı. Cumhuriyetin İlân Edilmesinin Sonuçları • Yeni Türk Devleti’nin yönetim şeklinin Cumhuriyet olarak belirlenmesiyle 1921 Anayasası’nda esaslı değişiklikler yapılmıştır. Türkiye’nin hükümet şeklinin Cumhuriyet, dininin İslâm, resmi dilinin Türkçe olduğu şeklindeki madde Anayasaya konulmuştur. • Cumhuriyetin ilanı ile devlet rejiminin adı belirlenmiş, bu konudaki tartışmalar sona erdirilmiştir. • M. Kemal Paşa, Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk Cumhurbaşkanı seçilmiştir. Cumhurbaşkanı, ilk Cumhuriyet hükümetini kurma görevini İsmet Paşa’ya vermiş, Fethi (Okyar) Bey de TBMM Başkanlığı’na seçilmiştir. • Cumhurbaşkanı’nın seçilmesiyle devlet başkanlığı sorunu çözüme kavuşmuştur. • Meclis hükümeti yerine kabine sistemi getirilerek, yürütme işlerinin gecikmemesi sağlanmıştır. • Milli Mücadelenin başından beri amaçlanan ulusal egemenlik düşüncesi başarılı olmuş, çağdaşlaşma yolunda da önemli bir adım atılmıştır. • Cumhurbaşkanı seçimini Meclisin yapacağı kesinleşmiştir. Halifeliğin Kaldırılması Halifeliğin Kaldırılmasının Nedenleri • Saltanatın kaldırılması ve Vahdettin’in ülkeyi terketmesinden sonra TBMM, Abdülmecit Efendi’yi halife seçti. Çünkü kamuoyu henüz halifeliğin kaldırılmasına hazır değildi. Halbuki, Cumhuriyetin ilânı ve devlet başkanının seçilmesi ile halifeliğin rolü kalmamıştı. • Saltanatın kaldırılması ve Cumhuriyetin ilanından sonra eski rejim taraftarlarının sığınabilecekleri tek güç olarak halifelik kalmıştı. • Bazı TBMM üyeleri, halifeyi milletin üzerinde görmeye başlamışlar, “TBMM Halifenin, Halife de TBMM’nindir.” şeklinde propagandalara girişmişlerdi. • Türkiye, çağdaşlaşma yolunda olduğuna ve laikliği amaçladığına göre halifeliğin böyle bir rejimde yeri yoktu. Bütün bu sebeplerden dolayı 3 Mart 1924 günü alınan bir kararla halifelik kaldırıldı. Aynı gün; • Şer’iye ve Evkâf Vekâleti kaldırıldı. Böylece lâik devlet yolunda önemli bir adım atıldı. Daha sonra yerine Diyanet İşleri Başkanlığı ve Vakıflar Genel Müdürlüğü kuruldu. • Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Vekâleti Kaldırıldı. Böylece Genelkurmay Başkanlığı’nın hükümet ve siyaset dışına çıkması sağlandı. • Osmanlı Hanedanı’nın Türkiye Cumhuriyeti sınırları dışına çıkarılması kararlaştırıldı. Halifeliğin Kaldırılmasının Sonuçları • Halifeliğin kaldırılması laikliğe geçişin en önemli aşaması olmuştur. • Halifeliğin kaldırılması Türkiye’de inkılâp sürecini hızlandırmış ve inkılâplar için elverişli bir ortam hazırlamıştır. • Türkiye’de ümmetçilik arayışları sona ermiştir. Çok Partili Hayata Geçiş Denemeleri Müdafaa-i Hukuk Grubu ve Halk Fırkası’nın Kurulması (9 Ağustos 1923) TBMM 1 Nisan 1923'te tarihi görevini tamamlayarak seçimlerin yenilenmesini kararlaştırdı. M. Kemal Paşa da seçimlerden sonra Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin yerine Halk Fırkası’nı kurdu. Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk siyasi partisi olan Halk Fırkası’nın başkanlığına M. Kemal Paşa seçildi. Bu arada yapılan seçimlerle, ikinci grup mensupları meclisten tamamen uzaklaştırılmış oldu. Ordunun Siyasetten Ayrılması Mustafa Kemal Paşa, daha II. Meşrutiyet döneminde İttihat ve Terakki Partisi’nde gördüğü ordu ile işbirliğini tenkit etmişti. Bu tecrübelerin ışığında önce 3 Mart 1924'te o zamana kadar hükümette yer alan Genelkurmay Başkanlığı politika dışında bırakıldı. Ardından komutanların milletvekili olmalarının kaldırılmasıyla ordunun siyasetten ayrılması sağlandı. Ordunun siyasetten ayrılması ile meclisteki rekabetin iç çatışmaya dönüşmesi önlenmiştir. Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası Mustafa Kemal Paşa’da mecliste demokrasinin yerleşebilmesi için yeni bir partinin kurulmasını gerekli görüyordu. Cumhuriyet rejiminin yerleşebilmesi için başka partilerin varlığı ve hükümetteki partinin denetlenmesi gerekiyordu. Muhalif milletvekilleri hazırlıklarını tamamladıktan sonra 17 Kasım 1924'de Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nı kurdular. Partinin başkanlığına Kazım Karabekir getirildi. Şeyh Sait İsyanı İsyanın Nedenleri • Yenilik hareketlerinin hızlanması • İngiltere’nin kışkırtmaları • Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın çalışmaları • Hilafet ve Saltanatı geri getirme düşünceleri Şeyh Sait Ayaklanması 13 Şubat 1925'te Diyarbakır’da başladı. İsyancıların amacı Türkiye Cumhuriyeti’ni yıkmak ve Osmanlı devlet düzenini geri getirmekti. İsyan kısa sürede Erzurum, Elazığ, Muş, Bitlis gibi doğu illerinde yayıldı. Ali Fethi Okyar Hükümeti isyanın bastırılmasında başarılı olamayınca istifa etti. Yeni hükümeti kuran İsmet Paşa aldığı askeri ve siyasi önlemlerle isyanı bastırdı. Şeyh Sait Ayaklanması’nın Sonuçları • Doğu Anadolu Bölgesi’nde bozulan huzuru sağlamak amacı ile Takrir-i Sükun Kanunu çıkartıldı (4 Mart 1925). Bu kanun 1929 yılına kadar yürürlükte kalmıştır. • Türkiye Cumhuriyeti yıprandığı için İngiltere Musul sorununun kendi lehine çözülmesinde büyük avantaj sağlamıştır. • Türkiye Cumhuriyeti’ni yıkmaya yönelik ilk isyan bastırılmıştır. • Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası isyanda rolü olduğu gerekçesi ile kapatılmıştır (5 Haziran 1925). • Türkiye’de çok partili hayata geçiş için yapılan ilk deneme başarısızlıkla sonuçlanmıştır. • Şeyh Sait isyanı, Türkiye’de çok partili hayata geçiş için ortamın uygun olmadığını ve henüz demokrasinin tam anlamıyla uygulanamayacağını göstermiştir. Serbest Cumhuriyet Fırkası ve Menemen Olayı Mustafa Kemal Paşa’nın onayıyla kurulan Serbest Cumhuriyet Partisi’ni kurdular (12 Ağustos 1930). Bir süre sonra teşkilâtlar oluşturmaya başladı. İşte bu esnada inkılâplara karşı olanlar partiye girmeye başladılar. Bir süre sonra inkılâplar, hükümet ve lâiklik aleyhine gösteriler ortaya çıktı. Fethi Bey’in kontrolünden çıkan olaylar, kendisini Mustafa Kemal Paşa ile karşı karşıya getirdi. 18 Aralık 1930'da Serbest Cumhuriyet Fırkası kendi kendini feshetti. Böylece ülkemizde Cumhuriyetin ilânından sonraki çok partili hayata geçişteki ikinci deneme de başarılı olamadı. Bundan sonra Atatürk döneminde bir daha girişimde bulunulmadı. Ülkemizde çok partili hayat ancak 1946'da başlayabilmiştir. Serbest Cumhuriyet Fırkası’nın kendi kendini feshetmesinden sonra Menemen Olayı meydana geldi. Derviş Mehmet ve adamları 23 Aralık 1930'da Menemen kasabasında isyan ettiler. İsyanı bastırmaya gelen Asteğmen Kubilay öldürüldü. Menemen Olayı süratle bastırıldı. Bu olay, Serbest Fırka’nın kapatılmasının ne kadar yerinde bir davranış olduğunu göstermiştir. Hukuk Alanındaki İnkılâplar Hukuk İnkılâbının Nedenleri • Milliyet, din, mezhep ve tarikat farklılıklarından dolayı ülkede hukuk birliğinin sağlanamaması • Halkın evlenme, boşanma ve miras gibi konularda kendi dini kurallarını uygulaması • Ceza hukukunun şahısların güvenliğini sağlamada yetersiz kalması ve modern ceza hukukuna uymaması • Mahkemede tek yargıçın (kadı) bulunması • Kadın haklarıyla ilgili kanunların yetersiz kalması • İktisadi ve ticari hayatı düzenleyen kuralların yetersiz kalması • Müslüman olmayan azınlıkların kişisel hukuk ve aile hukukuna ait sorunları kendi dini kurallarına göre çözmeleri • Eski hukuk sisteminin çağın gelişmeleri karşısında yetersiz kalması • Türkiye Cumhuriyeti’nin Batı medeniyetine katılmayı hedeflemesi • Devletin lâik bir karakter kazanmasının gerekliliği Medeni Kanun’un Kabulü TBMM, 17 Şubat 1926'da yeni Medeni Kanunu kabul etti. Bu kanun 6 Ekim 1926'da yürürlüğe girdi. Medeni Kanun’un Kabulünün Sonuçları • Kadınlarla erkekler arasında toplumsal ve ekonomik alanda tam bir eşitlik sağlanmıştır. Kadınlara istediği mesleğe girme hakkı tanınmıştır. • Evlilik, devlet kontrolü altına alınarak resmi nikâh zorunluluğu kabul edilmiştir. • Çok kadınla evlenme yerine tek kadınla evlilik kararlaştırılmış, Medeni Kanun ile modern Türk ailesi kurulmuştur. • Mirasta kız ve erkek çocuklar arasında eşitlik sağlanmıştır. • Boşanmada serbestlik kaldırılarak belli şartlara bağlanmıştır. • Toplumsal hayat çağdaş gelişmelere göre düzenlenmiştir. • Kabul edilen kanunlar, Türkiye Cumhuriyeti’nin bütün vatandaşlarına uygulanır hale getirilmiştir. Böylece hukuk bakımından vatandaşlar arasında din ve mezhep farkı gözetilmemiştir. • Türkiye’deki Müslüman olmayan topluluklar, Lozan Antlaşması’nın kendilerine tanıdıkları haktan vazgeçtiklerini ve Türk Medeni Kanunu’na uymak istediklerini bildirdiler. Hükümetçe de bu isteğin kabulüyle Avrupa devletlerinin müdahaleleri ortadan kalkmıştır. Patrikhane ve konsoloslukların mahkeme kurma yetkileri de sona ermiştir. • Hukuk birliği sağlanmıştır. Türk Kadınlarına Siyasal Hakların Verilmesi 1930 yılında kabul edilen Belediye Kanunu ile kadınların belediye seçimlerine katılmaları sağlandı. 5 Aralık 1934'te kadınlara milletvekili seçme ve seçilme hakkı tanındı. Böylece Türk kadını hukuk alanında tam olarak erkeklerle eşit oldu. Avrupa devletlerinden çoğu, kadınlara bu imkânları sağlayamadan, Türk İnkılâbı’nın kadınlara siyasal haklar vermesi Atatürk’ün kadınlara verdiği değeri göstermektedir. Eğitim Alanındaki İnkılâplar Tevhid-i Tedrisat Kanunu (3 Mart 1924) Tevhid-i Tedrisat Kanunu’yla; • Bütün eğitim kurumları Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlanmıştır. • Azınlık ve yabancı okulların dini ve siyasi amaçlarla öğretim yapmaları önlenmiştir. • Yabancı okulların ders programlarına Türkçe kültür dersleri konmuş ve bu derslerin Türk öğretmenler tarafından okutulması sağlanmıştır. • Devlet eğitimin her çeşidiyle uğraşmaya başlamış, Milli Eğitim Bakanlığı bütün eğitim ve öğretim işlerinin tek sorumlusu haline gelmiştir. • Medreseler kapanmıştır. • Eğitimin lâikleşmesi alanında önemli bir adım atılmıştır. Lâtin Harflerinin Kabulü (1 Kasım 1928) Meclis, 1 Kasım 1928'de yeni harflere dair çıkardığı kanunla Arap harfleri yerine Lâtin alfabesini kabul etmiştir. Lâtin harflerinin kabulüyle; Batı dünyası ile yakınlaşma yolunda önemli bir adım atılmıştır. Çağdaşlaşmada önemli bir engel oluşturan yazı meselesi çözümlenmiştir. Okuma-yazma oranı sürekli artarken, basılan kitap sayısında da büyük bir artış meydana gelmiştir. Yeni Tarih Anlayışı Atatürk, Türk tarihinin sadece İslâm ve Osmanlı tarihleriyle sınırlı olmasını kabul etmiyordu. Bu nedenle tarih konusunda araştırmalar yapmak üzere Türk Tarih Kurumu’nu kurdu (15 Nisan 1931). Türk Tarih Kurumu’nun kurulmasıyla milli tarih anlayışı yolunda önemli bir gelişme kaydedildi. Türk Dilinin Geliştirilmesi Atatürk, dil çalışmalarının planlı bir şekilde yapılmasını sağlamak amacıyla Türk Dil Kurumu’nu kurdu (12 Temmuz 1932). Dil inkılâbıyla ; • Türkçeyi, Osmanlıların halk tarafından benimsenmemiş kelime ve kurallarından arındırmak • Yabancı kelimeler yerine halk arasında kullanılan ya da yazılı kaynaklarda yer alan yeni kelimeler türetmek • Türkçenin zenginliğini ortaya koymak • Türkçenin bilim dili konusunda da gelişmesini sağlamak amaçlanmıştır. Türk Tarih Kurumu ve Türk Dil Kurumu'nun kurulması milliyetcilik ilkesi doğrultusunda yapılmıştır. Toplumsal Hayatın Düzenlenmesi Tekke, Zaviye ve Türbelerin Kapatılması (30 Kasım 1925) 30 Kasım 1925 tarihinde çıkarılan bir kanunla tekke, zaviye ve türbeler kapatılmıştır. Böylece Türk toplumunun çağdaşlaşması ve lâikleşmesi yolunda önemli bir adım atılmıştır. Yine aynı kanunla “şeyhlik, dervişlik, dedelik, seyyitlik, çelebilik, türbedarlık” gibi ünvanlar kaldırılmıştır. Kılık - Kıyafetin Düzenlenmesi 25 Kasım 1925 tarihinde şapka Kanunu çıkarılmıştır. Bu kanunla Türk erkeklerinin başlık olarak şapka giymesi kararlaştırılmıştır. 1934 yılında çıkarılan bir kanunla da hangi din ve mezhebe mensup olursa olsun din adamlarının mabetler ve ayinler haricinde dini kıyafetle dolaşmaları yasaklandı. Sadece Diyanet İşleri Başkanı, Rum ve Ermeni Patrikleri, Hahambaşı her zaman dini kıyafet giyebileceklerdi. Kılık-Kıyafet düzenlenmesi çalışmaları çağdaşlaşma ile işgilidir. Ölçüler ve Takvimde Değişiklik Batılı devletlerle olan münasebetlerini geliştirmesi için takvim ve ölçülerin de düzenlenmesi gerekiyordu. 26 Aralık 1925 tarihinde çıkarılan bir kanunla çağdaş dünyanın kullandığı Milâdi Takvim kabul edildi. 1 Ocak 1926'dan itibaren de uygulandı. Yine aynı tarihte uluslararası saat kabul edilerek gün, gece yarısından başlatıldı ve yirmidört tane saat birimine ayrıldı. Osmanlı ülkesinde uzunluk ve ağırlık ölçüleri de geleneklere göre düzenlenmişti. Okka, arşın, endaze, kile vb. yörelere göre değişen ölçülerin kullanılması ekonomik hayatta bazı karışıklıklara neden oluyordu. 1931 yılında kabul edilen bir kanunla metre ve kilo sistemi getirilerek ticaret ve ekonomi alanlarında işlemler kolaylaştırıldı. Yurdun her tarafında düzenli bir ölçü sistemi kuruldu. Batılı ülkeler pazar günü tatil yapmaktaydı. Türkiye’nin bu ülkelerle ekonomik ilişkileri gelişmekte olduğundan hafta tatilinin yeniden düzenlenmesi gerekiyordu. 1935 yılında alınan bir kararla pazar günü hafta tatili olarak benimsendi. Soyadı Kanunu’nun Kabulü (21 Haziran 1934) Kişilerin toplumsal hayatta kolaylıkla tanınmaları amacıyla 21 Haziran 1934'te Soyadı Kanunu kabul edildi. Bu kanuna göre her aile bir soyadı alacak, soyadları Türkçe olacak, rütbe, memurluk, yabancı ırk, millet adları ile ahlâka aykırı ve gülünç kelimeler soyadı olarak kullanılamayacaktı. Soyadı Kanunu’nun kabulünden sonra TBMM Türk milleti adına, M. Kemal’e Atatürk soyadını vermiştir. 1934 yılında çıkarılan diğer bir kanunla “ağa, hacı, hoca, hafız, hocaefendi, bey, paşa, hanım, hanımefendi” gibi eski toplum zümrelerini belirten ünvanlar kaldırıldı. Aynı kanunla, eski Osmanlı idarecilerinin verdiği tüm nişan ve rütbeleri taşımak yasaklandı. Ekonomi Alanındaki Gelişmeler İzmir İktisat Kongresi (18 Şubat - 4 Mart 1923) İzmir İktisat Kongresi’nde; 1. Hammaddesi yurt içinde yetişen veya yetiştirilebilen sanayi dallarının kurulması 2. Küçük imalattan süratle fabrikaya geçilmesi 3. Özel sektörce yapılamayan teşebbüslerin devletçe gerçekleştirilmesi 4. Özel teşebbüse kredi sağlayacak bir devlet bankası kurulması 5. İşçilerin durumunun düzeltilmesi gibi kararlar alınmıştır. Milli Ekonominin Kurulması Tarım Osmanlı İmparatorluğu döneminde köylü, ağır vergiler altında eziliyordu. Özellikle âşâr vergisi köylüler için büyük yük haline gelmişti. Âşâr vergisi genel bütçe gelirinin % 40'ını oluşturuyordu. Yeni Türk Devleti böyle bir gelirden vazgeçti. 17 Şubat 1925'te çıkarılan bir kanunla âşâr vergisi kaldırılarak yerine arazi vergisi konuldu. Böylece köylünün rahatlaması sağlanmıştır. Köylüye yardım etmek amacı ile tohum ıslah istasyonları, numune çiftlikleri kuruldu. Traktör kullanılması teşvik edilerek ucuz alet ve makina dağıtıldı. Tarım Kredi Kooperatifleri kuruldu. Yüksek Ziraat Enstitüleri açılarak tarımla ilgili bilimsel araştırmalar yapılmasına imkân hazırlandı. Tarım faaliyetlerini geliştirmek ve çiftçilere kredi kolaylığı sağlamak amacıyla Ziraat Bankası geliştirilerek kredi imkanları artırıldı. Sanayi Kurtuluş Savaşı’nın sonunda İstanbul, İzmir ve Adana’da birkaç dokuma fabrikası ile İstanbul’da bir askeri fabrika ülkenin sanayi gücünü meydana getiriyordu. Halbuki, kalkınmak için sanayileşmenin gerçekleşmesi gerekiyordu. Sanayi kuruluşlarını teşvik amacıyla 28 Mayıs 1927 tarihinde “Teşvik-i Sanayi Kanunu” çıkarıldı. Bu kanunla özel teşebbüse yatırım yapmada pek çok kolaylıklar sağlanmıştır. 1929 yılından itibaren gümrük tarifelerinin yükseltilmesi de, memleketimizdeki sanayii dış rekabette korumayı amaçlamıştır. Yeni devletin kuruluşundan 1933'e kadar geçen dönemde sanayileşme istenilen seviyede gerçekleşmemiştir. Bu durumda; • Gelir seviyesinin çok düşük olması • Özel sektörün yetersiz olması • Teknik bilgi yetersizliği • 1929'a kadar sanayinin dışa karşı himaye edilememesi • Özel sektörün Teşvik-i Sanayi Kanunu’na rağmen yapabildiği yatırımların miktar ve çeşit itibariyle yeterli olmaması 1929 dünya ekonomik bunalımının olumsuz etkileri gibi nedenler önemli rol oynamıştır. Ülkemizde 1934 yılında ilk defa planlı ekonomiye geçildi. 1934 - 1939 yılları arasında “Birinci Beş Yıllık Plan” uygulandı. Hazırlanan bu plana göre, özel sektörün gerçekleştiremeyeceği yatırımlar devlet eliyle yapılmaya başlandı. Plân doğrultusunda dokuma, demir, kâğıt, cam ve kimya alanlarında 1937'ye kadar onaltı fabrika kuruldu. Fabrikaların işletmeye açılmasıyla dışarıdan alınan mallar yüzde elli oranında azaldı. “İkinci Beş Yıllık Plân” ise İkinci Dünya Savaşı’ndan dolayı uygulanamadı. Fakat, 1945 yılına kadar süren savaş esnasında Türkiye, dışarıya muhtaç olmadan kendi ihtiyaçlarını karşılayabilmiştir. Sümerbank’ın açılmasıyla elde edilen başarı, yeni kuruluşların açılmasını teşvik etmiş ve maden işleri ile uğraşacak Etibank ve Maden Tetkik Arama Enstitüsü kurulmuştur (1935). Böylece sanayide devletçilik ilkesi iyice yerleşmiştir. Yeni dönem, sanayi alanındaki hizmetlerin doğrudan devlet tarafından gerçekleştirildiği Devletçilik politikasının uygulandığı bir dönem olmuştur Fransiz İhtİlalİ Ve Sanayİ İnkİlabi -------------------------------------------------------------------------------- Fransız İhtilali Fransız İhtilali, meydana getirdiği gelişmelerle Avrupa’nın sosyal ve siyasal yapısını değiştirmiş, sonuçları itibariyle bütün dünyayı etkilemiştir. İhtilâlin Nedenleri Fransız İhtilâli’nin başlamasında; • Fransa’nın XVI. yüzyıldan beri kendisini “Tanrıdan başka kimseye hesap vermek zorunda görmeyen” krallar tarafından baskıyla yönetilmesi • Fransa’da halkın birbirine eşit olmayan sınıflara ayrılması ve bazı sınıflara geniş ayrıcalıkların verilmesi • XVIII. yüzyılda Fransa’da yetişen aydınların yazılarıyla ve konuşmalarıyla eşitliği, adaleti ve özgürlüğü savunarak halkı bilinçlendirmeleri • Fransızların İngiltere ve Amerika’daki insan hakları ve demokratikleşme hareketlerinden etkilenmeleri • Avrupa’da üstünlüğü ele geçirmek isteyen Fransa’nın birçok savaşa girmesi, Amerika’daki kolonilere maddi yardımda bulunması ve kralların savurgan tutumlarının devletin ekonomik yönden zayıflamasına neden olması • Fransa kralının ekonomiyi düzeltmek için haksız olarak yeni vergiler koyması ve soylularla din adamlarının vergilerden muaf tutulması • Fransa’nın ekonomik yükünü çeken burjuva sınıfına ve köylülere siyasal hakların verilmemesi gibi nedenler etkili olmuştur. İhtilâlin Sonuçları • Fransa’da mutlak monarşi yıkılarak, egemenliğin halka ait olduğu kabul edilmiştir. • Milliyet, eşitlik, hürriyet, adalet gibi demokrasi ilkeleri dünyaya yayılmıştır. • Milliyetçilik fikrinin yayılması ile imparatorluklar dağılma sürecine girmiştir. • Fransız İhtilâli Yeniçağ’ın sonu, Yakınçağ’ın başlangıcı kabul edilmiştir. • Dağınık halde bulunan milletler siyasi birliklerini kurmaya başlamıştır. • İnsan Hakları Bildirisi Fransızlar tarafından dünya çapında bir bildiriye dönüştürülmüştür. Fransız İhtilâli’nin Osmanlı Devleti’ne Etkileri Osmanlı Devleti, Fransız İhtilâli karşısında tarafsız bir tutum takınmıştır. Bütün dünya uluslarını etkileyen Fransız İhtilâli’nin Osmanlı İmparatorluğu’na olumlu ve olumsuz etkileri olmuştur. Olumlu Etkileri Fransız İhtilâli’nin etkileri yayıldıkça Osmanlı devlet adamları, vatandaşlık haklarının korunması, yargı güvencesi, din ayrımı yapılmaksızın eşitlik gibi ilkeleri benimsemişlerdir. Egemenliğin millete ait olduğu fikrinin ve demokrasi anlayışının Türk toplumuna yerleşmesinde Fransız İhtilâli’nin olumlu katkıları olmuştur. Osmanlı Devleti’nde Tanzimat Fermanı ve Kanun–i Esasi’nin ilan edilmesi, yönetim, askerlik, eğitim ve ekonomik alanlarda yeniliklerin yapılması bu durumun göstergesidir. Olumsuz Etkileri Fransız İhtilâli’nin olumsuz etkisi milliyetçilik akımının ülkedeki Müslüman olmayan topluluklar arasında hızla yayılması olmuştur. XIX. yüzyılda milliyetçilik akımının etkisiyle ülkede isyanlar çıktı. XIX. yüzyıl Osmanlı Devleti açısından “Ayaklanmalar Yüzyılı” olmuş ve devlet dağılmaya başlamıştır. Sanayi İnkılâbı Yeni buluşların üretime uygulanması ve bunların en önemlisi olan buhar gücüyle çalışan makinelerin kullanılması makineleşmiş endüstriyi doğurdu. Böylece insan ve hayvan gücünün yerini makineler almıştır. Buna Endüstri veya Sanayi İnkılâbı denilmiştir. İngiltere’de başlayan makineleşme, kısa zamanda diğer ülkelere yayıldı. İngiltere’den sonra Fransa, Hollanda, Almanya devletleri ve Avusturya’da sanayileşme hızla gelişti. Sanayi İnkılâbı’nın Sonuçları • Avrupa’da üretim artmış ve insanların refah seviyesi yükselmiştir. • Sağlık, temizlik ve konfor anlayışında önemli gelişmeler görülmüştür. • Yaşam koşullarının iyileşmesi ve ölüm oranlarının düşmesi sonucunda hızlı nüfus artışı görülmüştür. • Büyük sanayi şehirleri ortaya çıkmıştır. Kentlerin hızla büyümesiyle işsizlik gibi yeni toplumsal sorunlar doğmuştur. • Ekonomiyle ilgili kapitalizm, sosyalizm ve emperyalizm gibi görüşler ortaya atılmıştır. • Avrupa’da işçi sınıfı ortaya çıkmış ve önem kazanmıştır. İşçi işveren sorunlarının çözümlenebilmesi için sendikacılık girişimleri başlamıştır. • Hammadde ve pazar bulma önemli bir sorun haline gelmiştir. Bu durum Avrupa devletleri arasında sömürgecilik yarışını hızlandırmış ve I. Dünya Savaşı’na neden olmuştur. • Küçük atölyeler kapanmış, bunların yerlerine ucuz ve kaliteli mallar üreten fabrikalar kurulmuştur. Tarımdaki teknolojik gelişmeler de üretimi artırmıştır. Ayrıca, XVIII. yüzyılda İngiltere’de geniş ve büyük toprak edinme politikası izlenmiştir. Böylece, küçük çiftçi ortadan kalkmış ve bu kişiler tarım işçisi olmuştur. • Ticaretin gelişmesi, hammadde ve mamül maddelerin ucuza taşınma gereğinin ortaya çıkması demiryollarının yapılmasına, sermaye ve eğitilmiş insan gücüne ihtiyaç duyulmasına neden olmuştur. • Üretimin fabrikalarda yapılması, üretim faaliyetlerini yerel ve aile çevresini aşarak sistemli şekilde uluslararası bir niteliğe ulaştırmıştır. Endütri Devrimi sonucunda Osmanlı İmparatorluğu'nda küçük atölyeler oratdan kalkmış işsizlik artmış ,dış ticarette denge bozulmuştur.Osmanlı Devleti,XIX yüzyılının ortalarından itirbaren Avruba mallarının istilasına uğramıştır.Sonuç olarak Osmanlı Devleti,dışarıya hammadde satan ve dışarıdan mamül alan bir ülke haline gelmuştir.Ekonomide başlayan bu gerileme siyasi çöküşü hızlandırmıştır. __________________ OSMANLILARDA EGITIM VE ÖGRETIM Islâm ülkelerindeki ilmî hayatin gelismesinde XI. asrin müstesna bir yeri vardir. Zira bu asirdan itibâren sistemli bir egitim ve ögretim mahalli olarak medreseler, halkin kültürel ve dinî anlayis bakimindan yetisip gelismesinde faal bir rol oynamaya basladilar. Osmanlilar döneminde ise medreseler, hem program,hem de mimarî sahada büyük bir yenilik ve ilerleme kayd ettiler. Bu bakimdan, Osmanli sehirlerinin fizikî gelismesinde de medreselerin önemli bir yeri oldugu söylenebilir. Osmanlilar, medrese egitimi ve dolayisiyla ilim ve bu sahanin adamlarina deger verdiklerinden, bunlarin tahsil ve egitim konusunda karsilasabilecekleri her türlü sikintiyi ortadan kaldirmaya çalismislardi. Bu devlette ilim ve mensuplarina itibar edilip saygi gösterildigi için Iran, Turan, Horasan, Dagistan, Hindistan, Buhara, Haleb, Sam, Misir ve Karaman gibi birçok Islâm ülkesinden bilginler Istanbul'a akin etmisti. Bu akin sebebiyle devletin merkezi olan Istanbul, yavas yavas Islâm dünyasinin ilim merkezi haline gelir. Osmanlilar, medreselerdeki egitim ve ögretim faaliyetlerini vakiflar vasitasiyla devam ettirdiler. Fatih Sultan Mehmed'in, Istanbul'u feth eder etmez "Sahn-i Semân" medreselerini tesis ettirmesi ve bunlarin giderlerini saglamak için vakif kurmasindan sonra, devlet merkezi oldugu gibi ilim merkezi haline de gelen Istanbul'da basta hükümdarlar olmak üzere sultanlar, vezirler, ilim adamlari, bazi saray mensuplari ve maddî durumu iyi olan halk tarafindan pekçok medrese insa olunmustu. Yalniz Mimar Sinan'in bas mimarligi sirasinda Istanbul'da insa edilen medreselerin sayisi, 6'si Süleymaniye medreseleri olmak üzere 55'i bulmaktadir. XVII. asrin son çeyregi basinda ise Istanbul'daki medrese sayisinin 126'ya ulastigi görülmektedir. Fetihten XIX. asra kadar Istanbul'da insa edilen medrese sayisi 500'ü asmaktadir. Ancak bunlarin büyük bir kismi yangin ve deprem gibi tabiî âfetlere maruz kalarak yikilip yok olmus veya terk edilmistir. Orta ve yüksek ögretimi gerçeklestiren Osmanli medreselerinin ilki, Orhan Gazi tarafindan 731 (1330) tarihinde Iznik'te açilmisti. Orhan Gazi, bu medrese için vakiflar kurmustu. Geliri, medrese, müderris ve talebeye tahsis edilen vakif köyler, her türlü "Tekâlif-i Örfiyye"den (Örfî vergiler) muaf idiler. Nitekim Orhan Gazi'den çok daha sonraki tarihlere uzanan 27 Cemayizelevvel 1136 (23 Subat 1724) tarihli bir "arz" (arsiv belgesi), Iznik'e bagli Kozluca Köyü'nün, adi geçen medreseye vakfedildigini göstermektedir. Ilk dönem Osmanli ilim hayati hakkinda bilgi veren D'Ohsson'a göre Osmanli Devleti'ndeki ilmî faaliyetler, daha Osman Gazi döneminde baslamisti. O, bu konuda su bilgileri vermektedir: "Osman Gazi, Sögüt'te yeni imparatorlugun temelini atarken hazine ve silah ile beraber ilmî ve kültürel faaliyetlere karsi da gayet mütesebbis idi. Ilmî yönden ilerlemeyi ve en azindan eski medreseleri olduklari gibi muhafaza etmeyi arzu ederdi. Veliahdi ve oglu Orhan Gazi, Iznik'te imparatorluk camiini yükseltirken orada bir de, bir asri mütecaviz bir zaman boyunca Osmanli medreselerinin en yüksegi olarak bakilacak olan bir medrese yaptirdi. Yeni kurulmus (731/1330) ve kendi ismi ile adlandirilmis olan bu medresenin idaresi, Islâm âlemindeki diger bütün medreseler gibi müderris titri altinda Seyh Davud-i Kayserî'ye verildi." Iznik, bir ilim merkezi olarak önemini XV. yüzyilda da korumus ve bu yüzden sehre "âlimler yuvasi" ünvani verilmisti. Iznik Medresesinin yetistirdigi ünlü âlimlerden biri de Osmanlilarin ilk Seyhülislâmi Molla Fenarî'dir. Osmanlilarin, ilk birbuçuk asir içinde yaptirmis olduklari medreselerin derece ve sinif itibariyle en mühimleri Iznik, Bursa ve Edirne'de idi. Devletin kurulusu esnasinda Iznik Medresesi, beyligin birinci sinif medresesi idi. Bu medresede yapilan egitim ve görülen ögretimin derecesi hakkinda kesin bir bilgiye sahip olmamakla beraber, müderrisligine (Ögretim Üyeligi'ne) tayin edilmis olan sahislar, bunlarin hayatlari ve eserleri, dolayisiyla ilmî kapasiteleri tedkik edilecek olursa bu medresenin oldukça yüksek seviyede bir egitim ve ögretim kurumu oldugu düsünülebilir. Gerçekten Kahire'de ihtisasini yapip memleketine dönen ve orada birçok talebe yetistiren Davud-i Kayserî (öl. H. 751/M. 1350)'nin söhretini duyan Orhan Gazi, onu Kayseri'den getirterek Iznik'te yaptirdigi medreseye müderris olarak tayin eder. Iznik medresesinin ilk müderrisi olan Davud-i Kayserî, Muhyiddin Arabî'nin üvey oglu Sadreddin Konevî'nin halifelerinden tefsir sahibi ve Muhyiddin Arabî'nin "Fusûsu'l-Hikem" adli eserini serheden Kemaleddin Abdurrezzak el-Kâsî (öl. 1329)'nin halifesi olup yüksek tahsilini Misir'da yapmisti. Davud'un halefleri olan Taceddin el-Kürdî ve Alaeddin el-Esved de devrin büyük bilginleri arasinda sayiliyorlardi. Bu nokta göz önünde tutulursa Iznik Orhaniye medresesini yüksek seviyeli egitim ve ögretim veren bir müessese olarak kabul etmek gerekir. Bursa'nin fethinden sonra orada da medreseler kurulur. Bundan dolayi Iznik ikinci dereceye inerek Bursa'daki Sultan Medresesi birinci dereceyi alir. Orhan Gazi'den sonra oglu Murad (Murad Hüdâvendigâr), Bursa Çekirge'de eski Kaplica civarinda bir câmi, medrese ve imâret yaptirarak, bu konuda babasindan asagi olmadigini göstermisti. Yildirim Bayezid, Hisar disinda bir câmi ve medrese yaptirmakla Bursa'nin bir ilim ve irfan merkezi haline gelmesini ve sehrin hisar disina tasmasi ile genislemesini sagladi. Çelebi Sultan Mehmed'in Bursa'da kurdugu medrese, digerlerine nazaran ayri bir hususiyete sahiptir. "Sultaniye Medresesi" denilen bu tahsil kurumunda ilk müderris Mehmed Sah Efendi (öl. 839/1435)'dir. Molla Semseddin Fenarî'nin oglu olan bu zatin ilk dersinde ögrencilerden baska Bursa'nin belli basli âlimleri de hazir bulunmus, yeni müderris Mehmed Sah Efendi de medreselerde okutulan ilimlere dair sorulan suallere cevap vermisti. Sultaniye müderrislerinin, böyle umumî sekilde ders vermeleri bir gelenek haline gelmistir. Bilhassa Bursa Sultaniyesi kurulduktan sonra Iznik medresesi, ikinci dereceye düsmüstü. Buna karsilik bir ilim merkezi olarak Bursa ilk siraya yükselmisti. Bu durum, Sultan II. Murad'in Edirne'de Üç Serefeli Câmii yanindaki Saatli medresesini kurana kadar devam eder. Edirne devlet merkezi olduktan sonra II. Murad zamaninda 841 (1437) yilinda baslanarak bazi ârizalar sebebiyle 851 (1447) senesinde tamamlanan Üç Serefeli Câmii yanindaki medrese ile Dâru'l-Hadis, o tarihte Osmanli ülkesindeki medreselerin üstünde yer aldi. Böylece, Bursa'daki Sultaniye Medresesi, gerek egitim ve ögretim, gerekse tahsisati bakimindan ikinci dereceye düstü. Üç Serefeli medrese müderrisine o tarihe kadar hiç bir medrese ögretim üyesine verilmeyen yüz akça yevmiye verildi. Halbuki bundan önce Iznik medresesi müderrisinin yevmiyesi otuz, Bursa'daki Sultan Medresesi müderrisinin ise günde (yevmiye) elli akça idi. Görüldügü gibi Bursa'nin fethinden hemen sonra orada da çesitli medreseler kuruldu. Suurlu ve ne yaptigini bilen bir politika sonucu sinirlari yavas yavas genisleyen Osmanli Devleti'nde, pekçok devlet ricali, mektep, medrese, imâret ve câmi gibi farkli sahalara hizmet veren kurumlari açmakta adeta birbirleri ile yarisiyorlardi. Örnek olmasi bakimindan sadece Istanbul'un 1453 yilindaki fethinden sonra Fatih'in yaptiklarini vermek istiyoruz. Buna göre otuz yillik hükümdarligi döneminde basta Istanbul, Bursa ve Edirne olmak üzere devletin çesitli sehirlerinde 85'i kubbeli olarak 300 kadar câmi 57 medrese, 59 hamam, 29 bedesten, çesitli saraylar, hisar, kale, sur ve köprüler yaptirdigi görülmektedir. Bunlarin çogunun zamanla yikildigina da isaret etmek gerekir.* 764 (1363) tarihinde Edirne'nin fethinden sonra, Rumeli'deki fetihlerin daha saglikli ve basarili olabilmesi için devlet merkezi buraya nakledilir. Edirne'nin devlet merkezi olmasi, burada da medreselerin hizla açilip çogalmasina sebep olur. Zira biraz önce de görüldügü gibi herkesten önce devletin basinda bulunanlar, bulunduklari yerlerde egitim kurumu açmayi bir gelenek haline getirmislerdi. Böyle bir anlayistan dolayidir ki, hemen her zaman devlet merkezinin bulundugu yer, ilmî faaliyetlerin en çok yogunlastigi merkez oluyordu. Nitekim Istanbul'un fethi ve devletin merkezi haline gelmesinden sonra Fatih Sultan Mehmed tarafindan yaptirilan "Sahn-i Semân" medreseleri ön plana geçtiler. Fatih Kanunnâmesinde "Sahn-i Semân" diye meshur olan medreselere vakfiyesinde "Medâris-i Semâniye" denilmektedir. Fatih külliyesi kurulunca sekiz büyük medreseye "sahn" adi verilmisti. Bu tabiri her ne kadar ilk tomar Arapça vakfiyede bulamiyorsak da Fatih'in tashihinden ve külliye müderrislerinin tedkikinden geçen meshur kanunnâmede bu tabiri görüyoruz. O halde bu tabir, Fatih'ten günümüze kadar gelmektedir. Fatih külliyesi büyük medreselerinden her birini mâna itibariyle birer fakülte sayabiliriz. Vakfiyelerinde buralara aklî ve naklî ilimlerde mütehassis müderrislerin (profesör) tayin olunacagi açikça belirtildigine göre buralarda tip, fikih (Islâm hukuku), hey'et (astronomi) ve ilâhiyat okutuluyordu. Bu büyük medreselerin odalarinda birer yüksek ilim talebesi (danismend) oturuyordu. Bunlar, seviyesi yüksek dersleri okuyunca branslarina göre daha sonra hekim (doktor), fakih, fen adami, maliye ve devlet memuru oluyorlardi. Bu sahn medreselerine musila-i sahn olan Tetimmeler de, adeta bugünkü lise tahsilini bitirerek geldiklerine göre Semaniye Medreselerine alem olan sahn tabiri yüksek bir tahsil derecesini gösteriyordu. Osmanli medreselerindeki egitim ve ögretim usulü, diger Islâm devletlerinde oldugu gibi bir metod takip etmis olup, medreselerin sayilari arttikça bunlar da derece ve siniflarina göre bir düzene tabi tutulmuslardi. Bunun içindir ki ilk defa Sultan II. Murad, daha sonra da Fâtih Sultan Mehmed tarafindan medreselerin bir siniflandirilmaya tabi tutuldugu görülür. Fatih medreselerinin (Sahn-i Semân) yapilmasi, Osmanli ülkesindeki medrese teskilâti için bir yenilik sayilmaktadir. Onun için kisa ve özet bir sekilde de olsa bu medreselerden bahsetmek istiyoruz. Fatih'in kanunnâmesinde "Sahn-i Semân" diye adlandirilan medreselere "Semâniye medreseleri" de denilmektedir. Fatih Sultan Mehmed, Istanbul'u feth ettikten sonra, Imparator Jüstinyen'in esi Teodora tarafindan yaptirilan Havariyûn kilisesi yerine câmi yaptirir. Daha sonra câminin dogu ve bati kismina "Sahn-i Semân" denilen sekiz medrese yapti ki, bunlar yüksek tahsil içindi. Bunlarin arkalarinda da "Tetimme" adi verilen ve sahn medreselerine ögrenci yetistiren sekiz medrese daha yaptirir. Vakfiyedeki bilgi ve Âli'nin kaydina göre burasi Istanbul'un ortasina denk geldigi için buraya sahn denmistir. Tarihî rivayetlere göre bu medresenin programini Vezir Mahmud Pasa ile matematik ve astronomi âlimi Ali Kusçu tertip etmislerdir. Dördü câmiin dogu kisminda, dördü de bati tarafinda bulunan bu medreselerden her birinin ondokuz odasi vardi. Sekiz müderristen her birinin birer odasi ve elli akça yevmiyesi vardi. Ayrica, beser akça yevmiye ile bir oda, ekmek ve çorba verilmek üzere sekiz medreseden her birine birer "muid" (asistan) verildi. Her medresenin onbes odasina ikiser akça yevmiye (burs, kredi), imâretten ekmek ve çorba (yemek) verilmek üzere birer "danismend" konuldu. Geri kalan iki oda da kapicilarla ferras denilen temizlik isçilerine tahsis olundu. Sahn medreselerinin arka taraflarinda yüksek tahsile, yani Sahn-i Semân medreselerine danismend yetistirmek üzere "Tetimme" veya "Musila-i Sahn' ismiyle sahn medreselerinden küçük olarak sekiz medrese daha insa edilmisti. Bu medrese, derece itibariyle orta tahsil seviyesinde idi. Sahn medresesi talebelerine danismend, Tetimme talebesine de Suhte (galat olarak softa) deniyordu. Tetimmelerden her hücreye üç ögrenci konmustu. Bu odalardan her birisine ihtiyaçlarina sarf edilmek ve mum parasi olmak üzere 5'er akça tahsis edildigi gibi yemekleri de imâretten veriliyordu. Bilindigi gibi egitim ve ögretim, hiç bir devletin vazgeçemeyecegi bir mecburiyettir. Bununla beraber her devlet, vatandasini, kendi sartlari, ihtiyaçlari ve ileriye dönük hedeflerini gözönünde bulundurarak yetistirmeye çalisir. Osmanli Devleti de vatandasini kendi durum ve sartlarina uygun bir sekilde yetistirmeye gayret etmistir. Bu gayenin tahakkuku için de egitim ve ögretim müesseseleri kurmustur. Devletin kurulusu ile baslayip, yikilisina kadar çesitlenerek gelisen bu müesseseler, devlet ve çogunlukla vakiflar vasitasiyla kuruluyorlardi. Bu müesseseleri, klasik ve yeni diye iki gruba ayirabilecegimiz gibi, örgün ve yaygin egitim müesseseleri diye de ayirmak mümkündür. ÖRGÜN EGITIM MÜESSESELERI Bu müesseseler, belirli yas ve bilgi seviyesindeki insanlari, yine belirli zaman ve disiplinlere göre yetistirmek üzere kurulmus bulunan müesseselerdir. Bu kuruluslarin, sivil ve askerî olmak üzere iki sahada sekillendiklerini görüyoruz. Bir bakima, özel egitim ve ihtisas konusuna girdigi için askerî müesseseleri daha sonraya birakip sivil egitim kurumlarindan bahsetmek istiyoruz. Bu arada, yaygin egitim müesseseleri diyebilecegimiz, câmi ve tekke gibi kurumlardan bir önceki ciltte bahsedildigi için burada bunlara temas edilmeyecektir. __________________ IRAK KRALLIĞININ DEKLARASYONU Irakta Manda Rejiminin Bitimi Münasebetiyle Kanun I. Bölüm 1. Madde Bu bölümde ifade edilen taahhütler Irak'ın temel kanunları olarak kabul edilmiştir ve hiçbir kanun, tüzük ve resmi hareket bu maddelerle çelişemez veya bunlara karşı olamaz, hiçbir kanun, tüzük ve resmi hareket şimdi veya ileride bunların üstüne geçemez. 2. Madde 1. Doğum, milliyet, dil, ırk ve din ayrımı olmaksızın Irak'ta yaşayan bütün insanların hayat ve hürriyetlerinin korunması taahhüt edilecektir. 2. Irak'ta yaşayan bütün insanlar, kamu düzeni ve genel ahlaka aykırı düşmemeleri şartıyla, yalnız ve grup halinde, benimsedikleri herhangi bir inanç, din veya felsefeye ibadet etme hakkına sahiptir. 3. Madde Irak'ta 6 Ağustos 1924'te yaşamlarını sürdürmekte olan Osmanlı tebaası, bu tarihte, Lozan Barış Antlaşması'nın 30. maddesi ve 9 Ekim 1924 tarihli Irak Vatandaşlık Kanunu'nun koyduğu şartlara bağlı olarak Osmanlı vatandaşlığından çıkarak Irak vatandaşlığını kazanmış addedileceklerdir. 4. Madde 1. Bütün Irak vatandaşları kanun önünde eşit olacaktır. Irk, dil ve din ayrımı olmadan aynı medeni ve siyasi haklardan faydalanabileceklerdir. 2. Seçim sistemi Irak'taki bütün ırk, dil ve din azınlıklarının eşit olarak temsil edilebilmelerini garanti edecektir. 3. Irk, dil ve din farklılıkları hiçbir Irak vatandaşının medeni ve siyasi haklarını (kamu görevleri alma, fonksiyonlar ve ödüllendirilme, mesleki ve endüstriyel faaliyetler) engelleyemez. 4. Herhangi bir Iraklının herhangi bir dille serbestçe özel görüşmelerde bulunmasına, ticari, dini ve her türlü basın yayın faaliyetlerine ve genel toplantılar yapmasına sınırlama getirilemez. 5. Arapça'nın Irak Hükümetinin resmi dili olması ve Irak Hükümetinin yaptığı özel düzenlemelere aykırı olmamak suretiyle, bu deklarasyonun 9'ncu maddesinde ifade edilen Kürtçe ve Türkçe'nin kullanımı ile ilgili olarak ana dili resmi dilin dışında olan bütün Irak vatandaşlarına mahkemelerde kendi dillerini yazılı ve sözlü olarak kullanabilmelerine gerekli imkanlar sağlanır. 5. Madde Irk, din ve dil azınlıklarına mensup Irak'taki milliyetler kanun önünde ve pratikte diğer Irak milliyetleri ile aynı emniyet ve davranışa layıktırlar. Özellikle kendi kazançlarını idame, idare ve kontrol etme veya gelecekte kendi dillerini kullanıp, kendi dinlerinin gereğini icra edebilecekleri, hayır, dini ve sosyal enstitüler, okullar veya diğer eğitim kurumları kurma hakları vardır. 6. Madde Irak Hükümeti, Müslüman olmayan azınlıkların şahıs hakları ve aile hukuku konularındaki problemlerinin, bu azınlıkların bağlı bulundukları toplulukların gelenekleri uyarınca çözümlenebilmesine uygun tedbirleri almayı taahhüt eder. Irak Hükümeti bu tedbirlerin ne surette uygulandığı hususunda Milletler Cemiyeti Konseyi'ni bilgilendirecektir. 7. Madde 1. Irak Hükümeti Irak'ta mevcut dini azınlık cemaatlerine ait kiliselerin, sinagogların, mezarlıkların ve diğer dini kuruluşların, hayır ve vakıf müesseselerinin tesislerini ve yetkilerini garanti eder. 2. Bu toplulukların her biri önemli yönetim merkezlerinde hayır kurumlarını ve vakıf müesseselerini idare etmek üzere kurullar oluşturma hakkına sahiptir. Bu kurallar buralar için gelir temin etmeye ve vakıfın isteği ve cemaatin gelenekleri doğrultusunda harcamalarda bulunmaya yetkilidirler. Bu topluluklar ayrıca kanunlara uygun olarak yetimlerin mallarına nezaret etmeye yetkilidirler. Yukarıda belirtilen bu kurallar Hükümetin kontrolü altında olacaklardır. 3. Irak Hükümeti bu çerçevede yeni dini ve hayır müesseselerinin kurulmasını ve mevcut olanlara gerekli ek tesislerin yapılmasını reddetmeyecektir. 8. Madde 1. Ana dili resmi lisan olmayan Irak vatandaşı insanların belli bir nispette olduğu şehir ve ilçelerdeki eğitim düzeni içerisinde, Irak Hükümeti, bu toplulukların çocuklarına ilkokullarda kendi dillerinde eğitim görebilmelerine imkan sağlar; bu imkan sağlama Irak Hükümeti'nin mezkur okullarda Arapça'yı mecburi dil tutmasına mani teşkil etmez. 2. Irk, din ve dil azınlıklarına mensup Irak vatandaşlarının belirli bir nispette bulunduğu şehir ve ilçelerde, bu azınlıkların, Devletin, belediyenin veya diğer bütçelerin eğitim, dini veya hayır maksatlı fonlarında toplanan miktardan eşit bir şekilde faydalanabilmeleri garanti edilecektir. 9. Madde 1. Irak, Musul, Erbil, Kerkük ve Süleymaniye livalarındaki nüfusun büyük çoğunluğunu Kürt ırkının teşkil ettiği kazalarda resmi dilin Arapça ile birlikte Kürtçe olmasını garanti eder. Bununla birlikte, nüfusun çoğunluğunun Türkmen ırkından olduğu Kerkük livasına bağlı Kifri ve Kerkük kazalarında, resmi dil Arapça ile birlikte Kürtçe veya Türkçe olacaktır. 2. Irak mezkur kazalarda makul bir miktar istisnalar hariç olmak üzere devlet memurlarının her ihtimale karşılık yeterince Kürtçe veya Türkçe bileceklerini garanti eder. 3. Her ne kadar işbu kazalarda memurların seçiminde ölçü Irak'ın diğer taraflarında olduğu gibi ırktan ziyade yeterlilik ve dil bilgisi olacak ise de, Irak, memurların şimdiye kadar olduğu gibi mümkün olduğu kadar mezkur kazalardaki Iraklılardan seçileceğini de taahhüt eder. 10. Madde Irk, din veya dil azınlıklarına ait bu deklarasyonda yer alan maddelerdeki taahhütler uluslar arası yükümlülüklerdir ve Milletler Cemiyeti'nin garantisi altında olacaktır. Bunlar, Milletler Cemiyeti Konseyi'nin çoğunluğunun muvafakati olmaksızın değiştirilemeyecektir. Konseyde temsil edilen Milletler Cemiyeti temsilcilerinden herhangi bir üye Konseyin dikkatini herhangi bir kural ihlali veya bu taahhütlerin herhangi birinin ihlali tehlikesine çekebilir; bunun üzerine Konsey tedbirler alır ve bu durumlara müessir ve uygun direktifler verir. Irak ile Konseyde temsil edilen herhangi bir Milletler Cemiyeti üyesi arasında, bu maddelerin dışında veya bir hukuk meselesi olarak ortaya çıkan herhangi bir görüş farklılığı, Milletler Cemiyeti Sözleşmesi'nin 14'ncü maddesi mucibinde uluslararası karakterde bir anlaşmazlık olarak değerlendirilebilecektir. Taraflardan birinin talebi durumunda bu şekilde herhangi bir anlaşmazlık Daimi Uluslararası Mahkemeye havale edilecektir. Buranın kararı nihaidir ve Milletler Cemiyeti sözleşmesinin 13'ncü maddesi mucibinde aynı derecede kuvvetli ve yaptırım gücüne sahiptir. II. Bölüm 11. Madde 1. Karşılıklı olarak, Irak'ın Milletler Cemiyeti üyeliğine giriş tarihini takip eden on yıl müddetince, Irak Milletler Cemiyeti üyelerine, en fazla itibara şayan ülke muamelesi yapmayı taahhüt eder. Bununla beraber, Milletler Cemiyeti'nin herhangi bir üyesinin aldığı kararlar veya yukarıda bahsedilen tarihte yürürlükte olan ya da takip eden paragrafta tasarlanan zaman sürecinde alınan karalar, Irak ile Milletler Cemiyeti üyesi arasındaki ticari dengeyi Irak'a zarar verecek şekilde bozucu olursa ve Irak'ın başlıca ihracat mallarını ciddi şekilde etkilerse, özel durumu sebebi ile dengenin düzeltilmesi için Irak, Milletler Cemiyeti'ne hemen müzakere açmak için talepte bulunma hakkına sahiptir. Müracaatı takip eden üç ay içerisinde görüşmelerde herhangi bir anlaşmaya ulaşılamazsa, Irak ve aynı şekilde ihtilaflı olduğu Milletler Cemiyeti üyesi ülke, yukarıdaki alt paragrafta ifade edilen mesuliyetlerden kendisini muaf kabul ettiğini beyan eder. 2. Yukarıda birinci paragrafta ifade edilen taahhütler, Irak tarafından sınır komşusu bir ülkeye karşı sınır trafiğini kolaylaştırmak maksadıyla uyum sağlama durumunda veya gümrük birliği için Irak'ın anlaşması halinde doğabilecek avantajlara tatbik edilemez. Bu taahhütler, Türkiye'nin veya 1914'te Osmanlı İmparatorluğu'nun Asya'daki topraklarında var olan herhangi bir ülkenin ürünü olan mallar için Irak'ın sağladığı özel gümrük avantajlarını da kapsamaz. 12. Madde Iraklılara ve yabancılara değişmez bir hukuk sistemi sunulacaktır. Bu sistem, Irak vatandaşlarının ve yabancıların haklarını tam olarak kullanabilmeleri ve korumalarını sağlayabilecek yaptırım gücüne sahip olacaktır. Halen yürürlükte olan ve Mandater Güçler ile Irak arasında 4 Mart 1931 tarihinde imzalanan antlaşmanın 2'nci, 3'ncü ve 4'ncü maddelerine dayanan hukuk sistemi, Irak'ın Milletler Cemiyeti üyeliğine girişinden itibaren 10 yıllık bir süre içinde değiştirilmeden kalacaktır. Mezkur anlaşmanın 2. maddesinde yer alan yabancı hukukçuların görevlendirilmeleri için ayrılmış yerlere tayinleri, Irak Hükümeti tarafından yapılacaktır. Bu görevlere tayin edilecek hukukçular olacaktır; bunlar hiçbir milliyet ayrımı güdülmeden seçilmiş ve yeterli vasıflara haiz olmalıdır. 13. Madde Irak kendisini, kendisini, kendi inisiyatifi ile veya Irak adına Mandater güçlerin akdettikleri kendisinin taraf olduğu bütün genel veya özel uluslar arası anlaşmalar ve mukaveleler ile bağlı kabul etmektedir. Tenkit etme hakkı saklı kalmak üzere bu tip anlaşmalar ve hükümler Irak tarafından yürürlükte oldukları müddet zarfında uygulanacaktır. 14. Madde Irak, 15 Eylül 1925 tarihli Milletler Cemiyeti Konseyi'nin kararlarını dikkate alacaktır. 1. Irak, şahısların, grupların veya tüzel kişiliklerin bütün haklarını, manda rejiminin bitiminden evvel her ne surette ortaya çıkmış olursa olsun, koruyacağını ilan eder. 2. Irak, manda döneminde Mandater güçlerin kendisi adına kabul ettikleri bütün mali yükümlülükleri her halükarda yerine getireceği ve kabul edeceğini taahhüt eder. 15. Madde Irak kamu düzeni ve genel ahlakın korunmasındaki temel ölçüler çerçevesinde, sınırları dahilinde vicdan, dini ibadet ve bütün inançların eğitim ve tıbbi faaliyetlerini ifa etme hürriyetini, bu misyonlar veya üyeleri hangi milliyetlerden olursa olsunlar garanti etmeyi taahhüt eder. 16. Madde Bu kısımdaki şartlar uluslararası yükümlülüklere aittir. Milletler Cemiyeti'nin herhangi bir üyesi, bu şartlara uymayan bir hususu Konseyin dikkatine sunabilir. Irak ile Mi
 
  tüm 41573 ziyaretçikişi burdaydı!  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol